Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Gezi davasında iş insanı Osman Kavala ve TİP milletvekili Can Atalay’ın arasında bulunduğu 5 kişinin cezalarını onaması tartışma yarattı. Kararın Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay’ın bireysel başvurusunu görüşeceği tarihten hemen önce gelmesi dikkat çekti. Hukukçular, bunun AYM’nin olası tahliye yolunu kapatma amacı taşıdığını söyledi. Diğer yandan Yargıtay, Ömer Faruk Gergerlioğlu kararında Anayasa’nın 14. maddesinin “belirlilik ilkesine” aykırı olduğunu belirten Anayasa Mahkemesi’ni “Anayasa maddesini uygulamamakla” suçladı.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Gezi davasında arasında iş insanı Osman Kavala ve TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın arasında bulunduğu 5 kişinin cezalarını onaması gündemi değiştirdi. Kararda, dikkat çeken ayrıntılar yer aldı.
Kararda, Can Atalay’ın milletvekili olduğu için yasama dokunulmazlığından yararlanarak yargılamada durma kararı verilmesi talebi tartışıldı. Bu görüşe karşı çıkılan kararda, Atalay’ın hükümeti devirmeye teşebbüs suçundan mahkûm olduğuna dikkat çekildi. Bu suçun, Anayasa’nın 14. Maddesi kapsamında sayılan suçlar arasında yer aldığı, bu nedenle yasama dokunulmazlığından yararlanamayacağı kaydedildi.
AYM’ye eleştiri
Yargıtay; Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Leyla Güven kararlarında Anayasa’nın 14. Maddesinin “belirlilik ilkesine aykırı” olduğunu belirten Anayasa Mahkemesi’ni de eleştirdi. Kararda, Anayasa Mahkemesi’nin tali nitelikteki bireysel başvuru yolu ile bir Anayasa hükmünü yürürlükten kaldıramayacağı veya uygulanmasını olanaksız hale getiremeyeceği vurgulandı. Anayasa Mahkemesi’nin yürürlükte olan Anayasa normunu esastan iptal etme yetkisinin bulunmadığı belirtilen kararda, Anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceleyerek denetleyebildiği ve yürürlükte bulunan Anayasa normunun uygulanmasını bireysel başvuru yoluyla ortadan kaldıracak veya işlevsiz hale getirecek şekilde bir karar vermesinin hukuken mümkün olmadığı savunuldu. Kararda, şöyle denildi:
“14. maddede öngörülen faaliyetler konusunda, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyete yönelen tehdidin ağırlığı ile orantılı olacak bir biçimde içtihatta süreklilik ve istikrar ilkeleri de gözetilerek Anayasa koyucunun 14. maddede bilinçli bir tercihin ürünü olarak bıraktığı boşluğun, yargı kararları ile doldurularak belirli hale getirilmesi, ilgili Anayasa normunun yürürlüğünün ve işlevinin korunması bakımından hukuk devletinin bir gereğidir.”
AYM’nin duyurusundan bir gün sonra karar
Öte yandan kararın, Anayasa Mahkemesi’nin 27 Eylül’de yaptığı açıklama ile Can Atalay’ın bireysel başvurusunu 5 Ekim’de gündeme alacağını duyurmasının ardından gelmesi dikkat çekti. Hukukçular bu durumu, AYM’nin olası bir ihlal kararıyla Can Atalay’ın tahliyesini engelleme hamlesi olarak yorumladı.
Ceza hukukçusu, Avukat Hüseyin Ersöz, Yargıtay kararıyla birlikte Can Atalay’ın cezasının kesinleştiğine dikkat çekti. AYM’nin yasama dokunulmazlığı yönünde vereceği olası bir ihlal kararı karşısında bunun yerel mahkeme tarafından uygulanmayabileceğini belirten Ersöz, “Bu noktada yerel mahkemenin ‘artık kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı var, bu noktada özgürlük hakkı ile ilgili bir değerlendirme yapamam’ şeklinde değerlendirme yapması da mümkün olabilir” dedi.
AİHM’in ihlali kararda yok
Yargıtay kararında, AİHM’in Osman Kavala ile ilgili 2019 ile 2022 yıllarında verdiği ve Kavala’nın serbest bırakılmasını istediği ihlal kararıyla ilgili hiçbir değerlendirme yer almadı. Osman Kavala’nın AİHM kararının uygulanmaması nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne yapılmış bir başvurusu da bulunuyor. DW Türkçe’ye konuşan eski AİHM yargıcı Rıza Türmen, bu nedenle Yargıtay’ı eleştirerek “AİHM ne diyordu? Ben davadaki eylemleri incelemedim, Gezi davasındaki bütün eylemler benim açımdan hükümsüzdür. Burada bir suç işlendiğine ilişkin kanıt yoktur dedi. AİHM’in bu kararına karşın cezalar onandı. Ancak sanıklar hükümlü bile olsa AİHM’in bu kararı ortadan kaldırılamaz” dedi.
Sanıkların hükümeti devirmeye teşebbüs ile suçlanmasının da hukuka aykırı olduğunu belirten Türmen, “Bu suç için cebir ve şiddet unsuru aranması gerekiyor. Bu sanıklar ne zaman, nasıl şiddet olaylarına karışmış? Gaz maskesi dağıtmak mı cebir ve şiddet, yiyecek dağıtmak mı? Siz bunlara nasıl hükümeti devirmeye teşebbüs diyebilirsiniz? Çok büyük hukuksuzluk ve çok büyük vicdansızlık var” ifadesini kullandı. Gezi eylemlerinin hükümeti devirme amacı taşımadığını belirten Türmen, olayların planlı başlamadığını, polislerin çadırları yakmasıyla spontane geliştiğini kaydetti.
Bundan sonra ne olacak?
Hukukçu Ersöz, cezası kesinleşenlerin AYM’ye adil yargılanma hakkı ihlali gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabileceğini kaydetti. Ersöz, AYM’nin vereceği bir ihlal kararı durumunda sanıkların yeniden yargılanması ve daha sonra özgürlüklerine kavuşmasının söz konusu olabileceğini kaydetti. Gezi davasının siyasi bir dava olduğuna işaret eden Ersöz, “Öyle ki barışçıl bir organizasyonun bir suç olarak nitelendirilmesi, ifade özgürlüğü ve toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi birtakım hakların yargı eliyle örselenmesi anlamı taşıyor. Bu özgürlüklerin demokratik ülkelerde desteklenmesi ve yargı kararıyla korunması gerekiyor” değerlendirmesini yaptı. Yargıtay’ın kararının Türk Ceza Kanunu’ndaki suç tiplerine uygun olmadığını dile getiren Ersöz, barışçıl nitelikteki bir gösterinin kriminalize edilerek suç olarak gösterilmesinin hukuka aykırı olduğunu kaydetti.
Yasak delil iddiasını kabul etmedi
Bu arada Yargıtay kararında, Osman Kavala ve arkadaşları hakkında 18 Haziran 2013 tarihinde verilen telefon dinleme kararlarının hukuka aykırı delil olup olmadığı da tartışıldı. Gezi Parkı soruşturması kapsamında yapılan telefon dinlemeleri suç örgütü kurmak ve yönetmek suçundan başlatılmıştı. Ancak bu suçtan yapılan dinleme kayıtları, daha sonra hükümeti devirmeye teşebbüs suçunda delil olarak kullanıldı. Sanık avukatları, dinlemelerin hükümeti devirmeye teşebbüs suçu kapsamında yapılmadığı, bu nedenle davada bunun delili sayılamayacağını belirterek, “yasak delil” iddiasında bulunmuştu. Yargıtay ise sanıkların eylemlerinin vahametinin henüz o tarihte belli olmadığını belirterek, bu kayıtları “hukuka uygun delil” saydı. Kararda, darbeye teşebbüs suçunun ancak örgütlü bir yapı tarafından işlenebileceği belirtilerek, kolluk görevlilerinin dinleme kararı talep ederken suç vasfını dinleme yapmadan önce tam olarak tespit edebilmelerinin her zaman mümkün olmadığı savunuldu.
Mine Özerden’den açıklama
18 yıl hapis cezası onanan isimlerden Mine Özerden, avukatı Tuğce Duygu Köksal aracılığıyla Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda DW Türkçe’ye açıklama yaptı:
“Sevgili Mücella ve Sevgili Hakan’ın tahliyelerine çok sevindik elbette. Onların sevinememesini anlıyor ve ardındaki aklı ve yüreği çok seviyoruz.
Giderek dozu artan karmakarışık uygulamalar nedeniyle hukuk insanlarının artık temel hukuk ilkelerini yorumlayamaz ve rasyonel öngörülerde bulunamaz hale geldiği bir zamana denk geldik.
19/02/2020 tarihinde beraat ettiğimiz dava tamamen aynı iddialarla herhangi bir kanıtlanabilir delil olmaksızın (“olmayan şeyler kanıtlanamaz”) tekrar açıldı. Bu aleni yanlıştan ilk derece mahkemesi döner sandık, olmadı; istinaf döner sandık, o da olmadı. Artık Yargıtay bu hatayı yapmaz diye düşünüyorduk. Ne yazık ki o da olmadı. Kendi adıma çok şaşkınım.
Aidiyet ve sahiplenme duygusu zayıf olan biri olarak, beni sadece bir kesimin sahiplenmesini istemem. Her kesimden, her yaştan, düşünen ve bir arada durma derdi olan insanların, temel değerler ölçüsünde beni sahiplenmesini dilerim.”